İstiklâl Savaşı’nı çizgi senaryo yaptılar

R 49“Büyük Taarruz’un meçhul denizcileri” Kulağa biraz ilginç geliyor değil mi? “Büyük Taarruz’da denizcilerin ne işi var?” diye sorabilirsiniz. Ama “Uçak Gemisi” tam da buna ışık tutuyor işte. Gerçek olaylardan hareketle kurgulanmış ve senaryolaştırılmış bir “çizgi-senaryo” Uçak Gemisi. Aynı zamanda dünyanın ilk çizgi-senaryosu olma özelliğini taşıyan ve Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan kitap, Sovyet limanlarından Büyük Taarruz’a uçak taşıyan kahraman Türk denizcilerinin hikâyesini anlatıyor.
Tarihçi-yazar Dr. Mehmet Perinçek ve Alper Pala’nın kaleme aldığı, uzun yıllar İtalya’da çalışmış, dünyaca ünlü çizer Yıldırım Örer’in resimlediği “Uçak Gemisi” raflardaki yerini alır almaz hem konusu hem de sıra dışı konseptiyle yoğun ilgi gördü ve her yaştan okurun dikkatini çekmeyi başardı. Üstüne bir de fragmanı çıktı; başarılı tiyatrocuların seslendirdiği tanıtım videosunda kitabın önsözünü de kaleme alan İlber Ortaylı sunuşuyla desteğini sundu. Biz de Aydınlık okurları için Mehmet Perinçek, Alper Pala ve Yıldırım Örer ile bir araya geldik.

| Kurtuluş Savaşı denince akla kara savaşı gelir, hele Büyük Taarruz tam anlamıyla öyle. Ama siz denizcileri konu ediyorsunuz?
M.P:
İstiklâl Savaşı’nın deniz cephesi pek bilinmez. Kağnılarla cephane taşıyan kadınların görüntüsü hemen gözümüzün önüne gelir. Fakat o cephanenin nereden getirildiği pek bilinmez. O yüzden “Büyük Taarruz’un meçhul denizcileri” diyoruz. O kahraman denizciler olmasaydı 30 Ağustos da olmayacaktı. Dolayısıyla Büyük Taarruz, evet, kara savaşıdır ama arkasında Büyük Taarruz’a nefes borusu olan denizcilerin kahramanlıkları yatıyor.

| Nereden çıktı böyle bir çizgi senaryo işine girmek
A.P:
Aslında 8 sene öncesine dayanıyor diyebiliriz.
M.P: Evet hatta 2005’e… Şöyle; ben ilk kitabımı yazarken Kurtuluş Savaşı’nın deniz cephesiyle ilgili anıları, belgeleri vs. okuyordum. Onları okurken acayip heyecanlanmış ilk o zaman düşünmüştüm “Ya bunun filmi çekilse ne güzel olur” diye… Sonradan Alper’le oturduğumuzda da konuştuk. O zaman başladık yazmaya. 5-6 sene çalıştık üzerinde. Bitince de “Şimdi yapımcılara götürmesi vs. uzun sürecek. En iyisi biz bunu farklı bir şekilde yayınlayalım” dedik.
Tabi ilk başta bunu senaryo metni olarak basıp içinde de birkaç çizime yer veririz diye düşünüyorduk. Fakat sonra işin rengi değişti.

| Peki Alper sen nasıl giriştin bu işe?
A.P:
Biz bunları konuştuktan sonra Mehmet beni aldı Trabzon’a götürdü. Hikâye orada geçtiği için. Orada herhangi bir olay motive ediyor seni. Örneğin; Ganita diye bir mahalleye gittik Trabzon’da. Eski bir deniz feneri var orada. Türk-Rus Savaşı sırasında Ruslar kaçırmış onu. 15 Trabzonlu çıkmış demiş ki: “Biz bu feneru getururuz.” 3 kişi dönmüşler geri, getirmişler ama feneri… İşte bunları dinleye dinleye geldik.
M.P: Bu arada senaryonun üzerinde de çok değişiklikler oldu, Sevinç Erbulak okudu, emekli Amiral Cem Gürdeniz okudu. Sevinç, senaryonun dramaturjisi açısından çok katkıda bulundu. Neredeyse senaryoya ortak sayılır. Cem Amiral de zaten deniz tarihi uzmanı. Zaten mesleği deniz…

| Fakat sizin başta düşündüğünüzün çok üzerinde bir iş ortaya çıkmış.
A.P:
Orada Yıldırım Örer etkeni var tabi.

| Kitapta yalnızca birkaç çizim olacakken nasıl oldu da çizgi-senaryo haline geldi?
M.P:
Bir gün Yıldırım Örer ile oturduk anlattık hikâyeyi. Yıldırım Örer “Benim aklımda bir şeyler canlandı. Ama bana biraz zaman verin” dedi. “Peki” dedik biz de ama 15 gün de geçmek bilmiyor tabi.
Y.Ö: Ortak arkadaşım projeden ilk bahsedip “Aslında sen tam da bu işin adamısın” dediğinde başta ne olduğunu anlamadım. Buluşup bana anlattıklarında hâkim oldum. Başta senaryonun boşluklarına çizimler ekleyeceğiz diye konuşuyorduk. Fakat hikâyeyi dinledikçe heyecanlandım, her sayfada çizim olmasının daha iyi olacağını düşündüm.

İLBER ORTAYLI SÜRPRİZİ
| Fragmanın müzikleri de çok etkili…
A.P:
Evet. Müzikleri alanında çok başarılı işlere imza atmış olan Temel Zümrüt yaptı. Onun da komik bir hikâyesi var aslında; biz Mehmet’le birbirimize “Benim film müzikleri yapan bir arkadaşım var onla konuşalım fragman için” diyorduk ama ismini geçirmeden “bir arkadaşım” diye bahsetmişiz hep. “Sen mi arkadaşını ararsın ben mi benimkini arayayım” derken aslında uzun süredir ikimizin de aynı kişiden bahsettiği ortaya çıktı…

| O zaman Temel Zümrüt’ü ikna eden hanginiz oldu bu durumda acaba?
A.P:
İşte orası hala muallak. Bu arada İlber Hoca büyük sürpriz oldu tabi. Düşün İlber Ortaylı gibi değerli bir hocamız, ki kolay kolay proje kabul etmeyen bir isim, Uçak Gemisi’nin hem önsözünü yazdı hem de fragmanın sunuşunda konuştu.

| Alper Pala’nın senaryodaki karakterlerle ayrı bir bağı daha var değil mi? Anlatır mısın?
A.P:
Evet büyük dedem Murat Pala da var senaryoda. İlk mebuslardan. Erzurum ve Sivas kongrelerinde 7000 altın bağışlamış. O da senaryoda Meclis kürsüsünden sesleniyor.

| Okurların tepkileri nasıl?
M.P:
Olumlu tepkiler aldık. Tabi bunun bu ülkenin hikâyesi olması ilgi çekti. Hele bir de şimdi içinden geçtiğimiz bu süreçte, bu milletin en olumsuz, en kötü şartlarda bile neler yapabildiğini anlatıyor olması da Uçak Gemisi’nin bu kadar ilgi görmesinin sebeplerinden biri. Diğer yandan okur kitlesi de sadece çizgi roman okurlarıyla sınırlı kalmadı. Ya da sadece tarih okurlarıyla da. 7’den 77’ye tabiri tam uygun aslında. Toplu sipariş veren liseler de var…
Y.Ö.: Annem evde yaptığı günde bile dağıttı. Diğer taraftan çizgi roman okuyucuları açısından da sürpriz oldu. Alışılmadık bir tarz.

| Peki bundan sonrası?
Y.Ö.:
Tabii ki filminin çekilmesi. Ne de olsa storyboard’u hazır…

HITCHCOCK KURNAZLIĞI
| Böyle bir “çizgi-senaryo” dünyada daha önce hiç yapılmamış bir iş değil mi?
Y.Ö:
Evet, dünyada başka yok. Basılı senaryo, storyboard vs. var ama. Çalışırken de başta kurşun kalemle başladım fakat sonra o bana biraz basit geldi. Bende onu biraz dijital ortamda besledim ve ortaya farklı bir şey çıktı. Bu arada çalışırken o dönemin teknolojisini vs. de hesaba katarak dikkatli bir şekilde yaptım çizimleri. Hatalara yer vermek istemedim açıkçası. Sonuçta bu adamlar da görüp bayıldılar.

| Peki hikayedeki karakterleri oluştururken neye göre belirledin?
Y.Ö:
Ben aslında bunu söylemeyi çok istiyordum. Siz “Adil Kaptan”ı kim olarak düşündünüz bilmiyorum ama ben örneğin teğmeni Burak Özçivit olarak görüyorum dedim. İlerde bakarsınız bu rolde o oynar. Adil Kaptan’a gelince… Onun için de Ali Sunal’ı düşündüm. Eskizlerimin temelinde o karakterler var yani.

| Bir de “Türk Subayı” var kitapta. Sanki Mehmet’e çok benziyor…
Y.Ö:
Ah evet. Biliyorsunuz bu kurnazlığı Hitchcock’tan beri yaparlar. Kendilerini filme dâhil eden yönetmenler yazarlar vardır hani, onlarınki de o hesap, yazarlar kendilerini de dâhil ettiler. Alper de başka bir rolde.

| Bir de fragmanı çıktı Uçak Gemisi’nin? Başta böyle bir şey düşünüyor muydunuz?
Y.Ö:
Hem de ilk günden beri. Yani ilk konuştuğumuz zamandan beri Mehmet ve Alper’in aklında böyle bir şey yapmak varmış.
M.P: Madem bu bir film senaryosu ve çizimler de olacak. Bunun bir de fragmanını yapalım diye konuştuk. Seslendirmelerde arkadaşlarımız Sevinç Erbulak, Ercü Turan, Berke Üzrek gibi önde gelen oyuncular yer aldılar. Ve fragmanda seslendirme yapan tüm oyunculardan teknik ekibe kadar herkes çok sahiplendi bu işi. Beraber bir beyin fırtınası yaparak, fikir üreterek çıkarttık bu videoyu da. Youtube vs’de izlemek mümkün.

Ece Kırbaş / Aydınlık

R 45

R 46

Ljubodrag Simonovic

Kurtuluş Savaşında Mehmetçik’le omuz omuza çarpışan Ruslar

kurtulus-savasinda-mehmetcikle-omuz-omuza-carpisan-ruslar-0209121200_mAydınlık gazetesi yazarı Mehmet Perinçek Rus arşivlerinde bulunan ilginç bir belgeyi ele aldı.
İlk kez yayımlanan belgeye göre, Milli Mücadele yıllarında I. Dünya Savaşı sırasında esir düşmüş Rus askerleri Türk orduları safında savaşmış. İşte Mehmet Perinçek’in o yazısı:

Büyük Zafer’in 90. yılında İstiklâl Savaşımızla ilgili bilinmeyen bir gerçeği ortaya çıkaran bir belge sunuyoruz. Dünyada ilk kez yayımlanan bu belge, Milli Mücadele yıllarında I. Dünya Savaşı sırasında esir düşmüş Rus askerlerin Türk orduları safında savaştığını gösteriyor.

Belge, uzun bir prosedürden sonra özel izinle girilebilen Rus Dışişleri Bakanlığı’nın arşivinde bulunuyor: Rusya Federasyonu Dış Politika Arşivi (AVPRF) fond 132, liste 4, klasör 6, dosya 18, yaprak 13, 14, 14 arkası, 15.

Arşivde bulunan belgenin onaylı kopyası, 3 Mart 1921 tarihinde Sovyet Dışişleri Halk Komiseri (Bakanı) Çiçerin’e sunulmuş. Dünya Savaşı’nda Türklere esir düşüp Rusya’ya geri dönen tıp doktoru Filipp Feliksoviç Dombrovskiy’in 11. Kızıl Ordu yetkililerine verdiği ifade tutanakları, 22 Ocak 1921 tarihli. İfade Akstafa şehrinde alınmış ve Dombrovskiy tarafından imzalanmış.

12 bin kişiden oluşuyor

İfadesinde anlattığı üzere 30 yaşındaki ve Plotsk şehrinden olan Dombrovskiy, 20 Ekim 1916 tarihinde Revanduz’da esir düşer. Ruslar, geri çekilene kadar savaş esirleri kampında kalır. Kemalistlerin milli hareketinin başlamasıyla oluşturulan “Rus Tümeni”ne katılır. Başlangıçta bu tümenin kurucu komutanı olur.

“Rus Tümeni” içinde istişari oyun esas olduğu bir Genel Kurul vardır. Dombrovskiy, bu kurul tarafından birkaç kez Büyük Millet Meclisi’ne tümenle ilgili meseleler üzerine gönderilen komisyona da seçilmiştir.

Rus askeri tabip, ifadesinde tümenin yaklaşık 12 bin kişiden oluştuğunu belirtmiştir. Bu kişiler, Kafkas Cephesi’nde esir düşenler ve Avusturya-Macaristan Cephesi’nden farklı işler, özellikle de Bağdat Demiryolu’nun yapımı için gönderilen Ruslardır. Tümen, Dombrovskiy’in ifadesini verdiği dönemde Harput ve çevresinde bulunmaktadır. Rus doktorun ayrıldığı sırada tümeni Yüzbaşı Kotlyarov komuta etmektedir.

Zonguldak ve Kilikya’da savaştılar

Tümen müstakildir ve askeri harekâtlara anlaşma üzerinden katılmaktadır. Tümen, İngilizlerin Zonguldak’tan atılmasında ve Kilikya’da (Çukurova bölgesi) Fransızlara karşı çatışmalarda yer almıştır.

Tümenin çoğunluğu Rusya’ya gitmek istemekte, fakat farklı bahanelerle buna izin verilmemektedir. Dombrovskiy, başta gümrük görevlileri olmak üzere farklı memurlara yaklaşık 30 altın lira rüşvet dağıtarak Rusya’ya gelmeyi başarmıştır. Bir savaş esirinin benzer yollarla bunu yapabilmesi için aynı miktarda para harcaması gerekir.

Dombrovskiy, Rusya’nın Pyatigorsk şehrine ifadeyi vermesinden 4,5 ay önce Ermenistan ve Gürcistan üzerinden gelmiştir. Ebeveynlerini orada bulamamıştır. Hayatta olduklarını öğrenmesine rağmen, nerede olduklarını bilmemektedir.

Birçoğu Türkiye’de evlenmiş

“Rus Tümeni”nin askerlerinin Zaporojetsler (Ukrayna’daki kazak orduları (16-18. yy)) gibi bir yaşam tarzı vardır. Ticaret ve tarımla uğraşmaktadırlar. Birçoğu evlenmiştir. İhtiyaç anında da toplanmaktadırlar.

Dombrovskiy’in tek sayfalık bu ifadesinin yanında kısa soru-cevap şeklinde hazırlanmış 3 sayfalık başka bir ifadesi daha bulunmaktadır. Rus askeri tabip, tümenin ne zaman ve hangi şartlarda kurulduğu sorusuna şu cevabı vermiştir: “1918’in Ocak ayında. İngilizleri Zonguldak’tan atmamız ve sonra silahları geri teslim etmemiz gerekiyordu.”

İngilizlerin 2 topunu ele geçirmişler

Dombrovskiy, daha sonraki cevaplarında tümenin 3 alaydan, alayların 2 taburdan, taburların 4-5 bölükten, bölüklerin 4 takımdan oluştuğuna işaret eder. Her alayda 5 mitralyöz vardır. Tümeni Krotkov komuta etmiştir. Komuta kademesi seçim esasına dayalıdır.

Tümende Rus ve Türk silahları kullanılmaktadır. İlk etapta cephaneleri yoktur. Düşmandan ele geçirdikçe tümeni donatmışlardır. Bir dönem 6 topları vardır. Ancak mürettebatı Türktür. Daha sonra İngilizlerin 2 topuna daha el koymuşlardır.

Öneri kârlı ise toplanıyorlar

Tümen her zaman silahlıdır. Düzenli asker toplamamaktadırlar. İhtiyaç anında bir araya gelmektedirler. Sayıları Anadolu’da 12 bini geçmemektedir. Bunların 1500’ü Kazan Tatarıdır. Geri kalanı ise Rus ve diğer milliyetlerdendir.

Tümen, kışlada kalmamakta, şehirlerde evlerde veya köylerde yaşamaktadırlar. Ticaret, zanaat ve tarımla uğraşmaktadırlar. Tümenin ayrıca devamlı bir kalemi yoktur. Subaylar ve askerler, maaş almamakta, kazanılan para paylaşılmaktadır. Seferberlik zamanı askerler, 5 kağıt para; subaylar 30 kağıt para almaktadır. Ayrıca günde 1,5-2 funt şeker, 0,5-1 funt et dağıtılmaktadır. (1 funt, 409,5 gram)

Sovyet askeri yetkililerinin 10. sorusu çevreye dağılmış olan bu kişilere toplanma emrinin ne yolla iletildiği yönündedir. Tümen komutanı, alay komutanlarını çağırmakta ve onlara görevi anlatmaktadır. Eğer öneri kârlı ise toplanılmakta, yoksa herkes yerinde kalmaya devam etmektedir. Seferberlik tamamen gönüllülük temelindedir. Görev zamanı asker kaçağı yoktur. Disiplin katıdır.

  1. soru, toplanma esnasında nasıl silahlanıldığı, dağılırken silahların nereye teslim edildiği ya da silahları yanlarında götürüp götürmedikleri üzerinedir. Herkes silahını yanında tutmaktadır. Mitralyözler başçavuşlarda, toplar ise şehirde durmaktadır. Cephanelik, cephane taşıyan araç vb. yoktur.

“Bir şeye karışmadan şimdilik burada yaşıyoruz”

Dombrovskiy, komuta kademesinin ve askerlerin siyasi fizyonomisiyle ilgili soruyu ise Sovyet iktidarına sempatiyle baktıkları şeklinde cevaplar. Yukarıda söz ettiğimiz Genel Kurul’da şöyle bir karar almışlardır: “Bir şeye karışmadan şimdilik burada yaşıyoruz.” Tümende Marksistler vardır, ancak herhangi bir komünist örgüt bulunmamaktadır.

Dombrovskiy, sorulara verdiği cevaplarda Türklerin ilk başta kendilerine güvenmediğinin, ancak sonradan saygılı davrandıklarının altını çizer.

İngilizlere, Fransızlara ve iç isyanlara karşı

Tümen, 1920 yılının başında yaklaşık bir hafta Kilikya’da Fransızlara karşı savaşmıştır. 1919 Ağustos ve Eylül’ünde ise İngilizleri Zonguldak’tan kovmuşlardır. Ayrıca iç isyanlarda da Türk ordularıyla birlikte savaşmışlardır. Muharebeler sırasında herkes doğrudan komutana tabidir. Dağılınca da herkes köyündeki başçavuşa bağlıdır. Memleketlerine dönmek için çok baskın bir talep yoktur. Subaylarla askerler arasındaki ilişkiler ise eşittir.

Beyaz Rus kaynakları doğruluyor

İstiklâl Savaşı’nda yer alan bu “Rus Tümeni”yle ilgili Türk kaynaklarında şimdiye kadar bir bilgiye rastlamadık. Ama İç Savaş’tan sonra Türkiye’ye kaçan Beyaz Orduların kaynaklarında bunu doğrulayacak veriler bulunmaktadır. Beyaz Ordu belgelerinde ve o dönemde Türkiye’de bulunmuş Beyaz Ordu mensuplarının anılarında bazı Beyaz Rus askerlerinin belirli ücret karşılığında Kemalistler için savaşmak üzere kaçtıkları sıkça geçmektedir. Başka bir yazımızda da bunlara yer veririz. (Aydınlık/ Mehmet Perinçek)

OdaTV

Mehmet’in “Suçunu” bulduk!

Sans titre 3

Mehmet Perinçek, 26 Kasım 2010 tarihinden 13 Ağustos 2011 tarihine kadar Rusya’daydı. Perinçek’i, çalıştığı İstanbul Üniversitesi görevlendirmişti. Ermeni sorunu ve Türk-Sovyet ilişkilerini, şimdiye kadar hiçbir Türk bilim adamının ulaşmadığı Rusya Federasyonu’nun devlet arşivlerine girerek araştırıyordu. Birkaç dile çevrilmiş kitaplarından, sayısız makalelerinden söz etmek bile gereksiz.
Perinçek daha Rusya’da iken çok ilginç bazı gelişmeler oldu. Sanki birileri, Mehmet Perinçek daha tutuklanmadan “iddianame” yazmaya başlamışlar!
Mehmet Perinçek o muazzam Rus arşivlerinden Türkiye’nin hayrına yeni bilgiler ve belgelere ulaşmaya çalışırken Rusya’da bir operasyon gerçekleşti. Rus devleti, malum cemaate ait bazı okulları kapattı. Rusya ve Türkmenistan, Özbekistan gibi bazı Türk Cumhuriyetlerinde “yabancı bir devlet adına casusluk” gerekçesiyle bu okulların ara sıra kapatıldıkları, bu okullarda görevli “öğretmenlerin” sınır dışı edildikleri biliniyor. Bazen bu haberler Türk basınına da yansıyor.

Cihan Haber saldırıya geçiyor
Rusya’daki operasyondan hemen sonra cemaate bağlı Cihan Haber Ajansı, Mehmet Perinçek hakkında kara propagandaya başladı. Perinçek hakkında çiğnene çiğnene sakız olmuş bazı “haberleri” peş peşe servise koymaya başladı.
Haberlerin ilki “Kızıl Elma” idi. Sekiz yıl önce Türkiye’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü savunan solcu ve sağcı gençlerin ortak miting yapması, basının koyduğu adla “Kızıl Elma ittifakı”nı CHA gene piyasaya sürüyor, adını vererek Mehmet Perinçek’i hedef gösteriyordu.
Çok geçmeden Cihan’ın ikinci haberi geldi: “İP / Karargâh Evleri!”
Birinci Ergenekon davasında artık savcıların bile dile getiremez olduğu, MİT’in “Bu bir belge değildir, mahkemelerde kanıt olarak kullanılamaz, sadece bir ikaz istihbaratıdır” dediği “İP / Karargâh Evleri”, isimsiz ve imzasız bir ihbar metni.
İşte Cihan Haber Ajansı buna dayanarak Perinçek’i ikinci kez hedef aldı.
Bitmedi.
Bu haberlerden sonra Perinçek CHA’yı aradı. Ajansın en yetkili kişisiyle görüştü. Aldığı yanıt, “özür dileriz, bir karışıklık olmuş” oldu!
Ardından Perinçek yurda döndü. Dönüşünden birkaç gün sonra da gözaltına alındı ve tutuklandı.
Son soruşturmada “kısıtlılık kararı” sürüyor. Ama insan merak ediyor. Acaba savcılar, Mehmet Perinçek’e “Kızıl Elma” ile “İP/Karargâh Evleri”ni de sordular mı?
Sizce sormuşlar mıdır?

“Soykırım yalan” dersen…
Mehmet Perinçek, Türkiye’de ve dünyada “Ermeni soykırımı” iddialarını bilimsel ve tarihsel belgelerle çürüten bilim adamlarının en önde gelenlerinden biri.
Perinçek’in suçu bu mu?
Yoksa Türkiye’de “Ermeni soykırımı yalan” demek “suç” oldu da biz mi bilmiyoruz?
Soruşturmayı yürüten savcı Cihan Kansız’ın kaleme aldığı “İnternet Andıcı” iddianamesinden biliyoruz. Genelkurmay sitelerinde Ermeni soykırımı iddialarına ilişkin haberler de “suç delili” olarak kabul ediliyor.
“İnternet Andıcı” iddianamesinin 35. sayfasında şöyle deniliyor:
“Adı geçen siteye ait elde edilebilen arşiv kayıtları incelendiğinde Ermeni soykırımı iddiaları ve Yunanistan-Rumlar ile ilgili çok sayıda haberin yer aldığı görülmüştür. Bu konuda ilk itiraz Ermeni ve Yunan haberleri yaparak halkı bilinçlendirmek yanlış mı şeklinde olabilir. Ancak, Ermeni soykırım iddiaları ve Yunanistan ilişkilerini her Türk vatandaşının milli hassasiyet ile değerlendirdiği bilinen bir gerçektir. Söz konusu hususlar gündeme geldiğinde genel olarak tarihi değerlerimiz ve milliyetçilik duygularımız ön plana çıkmaktadır. Ancak iddianamede ele alınan husus, bu konuların bilgilendirme amaçlı kullanılması değil, milli, kültürel ve manevi değer yargılarının bir örgütün stratejisi doğrultusunda planlı bir şekilde istismar edilmesi ve burada örgütün ulaşmak istediği amacın yürütme organını baskı altına almak istemesi hadisesidir.”
Artık bu yorum karşısında diyecek bir şey kalmıyor. “Ergenekon” tertibi öyle bir noktaya geldi ki artık Ermeni soykırımı iddialarına karşı çıkmak bile “terör örgütü üyeliği” suçlamasına neden olabiliyor.
Ermeni basını bayram ediyor. Biz de “Mehmet’in suçu ne” diye boşuna kafa yoruyoruz!

AYDINLIKÇILAR

“(…)
Hepsinin alnında orak çekiçli tacı,
Hepsi Aydınlıkçılardan
Hepsi Aydınlıkçı.”
Nazım Hikmet

İşçi Partisi, bir tarihsel miras olarak geçmişini, 22 Eylül 1919’da Dr. Şefik Hüsnü’nün önderliğinde kurulan ve mücadeleye başlayan Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası’na dayandırır. Bu tarih dikkate alındığında İşçi Partisi’ni Türkiye’nin yaşayan en eski partisi olarak değerlendirmek yanlış olmaz.
İşçi Partililer aynı zamanda neredeyse yarım yüzyıldır “Aydınlıkçılar” olarak adlandırılır. Onun da kökleri tarihin derinliklerinde. “Aydınlık” adını, 1921 yılı Haziran ayında Şefik Hüsnü’nün önderliğinde yayına başlayan dergiden aldı.
Yeri gelmişken söyleyelim. Türkiye sosyalist hareketinin büyük önderlerinden Dr. Şefik Hüsnü Değmer hakkında, Türkiye’nin sosyalizm tarihinden söz eden hemen her kitapta Şefik Hüsnü’nün adı geçer. Bazı yazı ve konuşmaları da bir kitapta toplandı.
Ancak bütünüyle Şefik Hüsnü’nün hayatını ve mücadelesini konu alan biyografik bir kitap yok. Büyük eksiklik. İşte bu gediği şimdi Soner Yalçın kapatıyor! Soner, Silivri’de, bir yandan Odatv’ye yapılan akıl ve hukuk dışı tertibe duruşmada vereceği yanıtı hazırlıyor, öte yandan bir Şefik Hüsnü kitabı yazıyor.
Devam edelim.
1968 yılının Kasım ayında aylık dergi olarak Aydınlık yeniden yayımlandı. Derginin, önceki hafta kaybettiğimiz Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı, Doğu Perinçek ve Vahap Erdoğdu’nun da bulunduğu çok geniş bir yazar kadrosu vardı. Aydınlık, Türkiye sosyalist hareketinin teorik programının oluşturulmasında ve Milli Demokratik Devrim stratejisinin belirlenmesinde çok önemli bir rol oynadı. Bugün bu devrimci mirası sürdürenler “Aydınlıkçı” diye anılır oldu.
Gladyo aptal bir örgüttür. Yarım asırlık bir mücadeleyi dört Aydınlıkçıyı tutuklayarak bitireceğini sanıyor!

Oda TV